10 Eylül 2014 Çarşamba

MÜHENDİS ADAYLARINA NOTLAR: NASIL GELİŞMELİ?



  Özellikle henüz temel öğrenimine devam eden, müstakbel meslektaş adayı, üniversiteli arkadaşlarımın en çok yönelttikleri sorulardan biridir, kendilerini mesleki olarak nasıl geliştirecekleri. 

  Bir çırpıda, şunu bunu öğren nasihatleri havada uçuşadursun ve benden de "şunları şunları yut, ezberle" dememi, kendilerine niceliklerle dolu bir reçete vermemi can-ı gönülden bekleyedursunlar, sıradan bir yanıtla geçiştirilemeyecek kadar önemli bir konu olduğundan, her defasında uzun uzun derdimi anlatmaya çalışıyorum: 

Mühendis: Hendese bilen insan: Hesabı kuvvetli antisosyal eğilimli, beyni tilt oyunu gibi takur tukur çalışan mahluk.. Bırakın bir kenara, mühendislik hakkında modası geçmiş tüm bildiklerinizi.

Bir mühendis adayı şu sorulara kafasında, makul yanıtlar vermiş olmalı: 

- Ben bu mesleği yeterince iyi tanıyor muyum? 

- Bu meslek neden var, hayatın hangi boşluğunu doldurmak için görev yapmakta? 

- Bu mesleği gerçekten çok seviyor muyum yoksa gelir ve sosyal statü gibi gerekçeler hatırına, aile ve çevre baskısının kurbanı mı oldum? 

- Belki karın tokluğuna bir yaşam da sunsa, sadakatle bağlı olacak kadar mesleğime sevgim samimi mi? 

- Değişimin, yenilikçi ve özgün düşüncenin neresindeyim? Hayal gücümün farkında mıyım? 

- Mesleki yaşamımın sonunda neleri başarmış olmak, beni mutlu edecek ve ömrümü iyiki uğrunda harcamışım, dedirtecek ? 

- Konforlu, yüksek standartta bir yaşam vaad eden kariyer mi yoksa bilim aşkı ve gem vurulmamış özgür bir ruhla idealist bir çaba mı? 

... 

  İnanıyorumki, mühendis olmak çok özgün ve dünyayı şekillendirici, sınırları hayal gücü ile çizili, engin bir seçilmişlik alanıdır. Onlar da ücretli çalışabilir, memur da olabilirler, şüphesiz ama memuri bir yaşam ve bakış açısıyla bakmayı alışkanlık haline getirip, hayalleriyle işlerini desteklemezlerse, yazık ederler diye düşünürüm hep. 

  Mühendislik, ıssız bir adada tek veya beraberindeki küçük bir grupla yapayalnız kalınsa bile, sıfırdan bir medeniyeti yeşertme cüretini gösterebilmektir, aslında. Burada da hayal gücü ve yöntem bilgisi vazgeçilmezdir. 

  Bunlar konusundaki zaaflardan olmalı, genellikle mesleki gelişimden anlaşılan yada anlaşılmak istenen, mesleki aletlere özgüdür çoğunlukla. 

  Bizden örnekle; pekçok öğrenci programlama dillerini öğrenmenin, yazılım geliştirmek için yeterli olduğunu düşünür ve her an gündemlerinde yeni bir programlama dili vardır, öğrenmek için peşinden koştukları. Yarın film geri sarıp tekrar eder bir başka dil için çünkü her alet gibi miyadı dolar, fazla geçmeden. Yerini farklı bir sürüme ya da radikal bir başkalığa bırakıverir.

  Oysa yazılım, öncelikle bir sanattır, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu tarafından koruma altına alınmıştır. Dolayısıyla, sanat özgünlüktür, emsalsizliğe yönelmek ve hayal ile sekilleniş... 

  Bunlar ise iyi bir analiz, kurgu, tasarım ve beyin jimnastiği eşliğinde olabilir. Kötü düşünülmüş bir projeyi mükemmel kodlasanız da ne anlam ifade eder, düşünün. 

  İyi bir gözlem yeteneği ile hayal edebilme potansiyelinin damıtıldığı bir süreçtir; bilişimde, bilgisayar bilimlerinde mühendis olmak. Alanınız yazılım olmasa bile sizi özgün ve inovatif kılacak bu yaklaşımlar, yol göstericidir. 

  Unutulmamalıki, her yıl daha fazla insan, mesleğinize ortak ve belki de rakip olarak mezun olmaktalar. Aynı kodları yazan pek çok insandan biri olmak, her an ikame edilebilir, yerini başkaları alabilir olmayı kabul etmektir. 

  Halbuki inovatif bilişim mühendislerinin her biri taklit edilemez tarzlarda, algılayışta olabilirlerse gelişirler ve geliştirirler. Başkalarının izleri üzerinden gitmeyi alışkanlık haline getirenlerin topluma yenilik adına ne vermesi beklenebilir? Bir akarsu yatağının dışına çıkmayı göze alabilirse yeni topraklarla buluşabilir, susuzluktan yanmış karalarda vahalar oluşturabilir.

  Pekçok alanda olduğu gibi, tersi olması gerekirken, taklitçiliğin ağırlıkla hüküm sürdüğü, sıradışılığın daha nadir görüldüğü, özgünlükten uzak bir alan olmaya başladı, bilişim. 

  Hepsi için daha iyi görmek, soyutu somutlaştırabilmek gerek. Bir öğrenci aletlerin peşinde koşmayı tadında bırakıp, mesleğinin felsefesi ve derinlikleri konusunda yol almaya çalışmalıdır, kanaatindeyim. 

  Dünyaya geliş nedeni, yaşamın kendine ve mesleğine atfettiği sorumluluklar hakkında hiç kendisine soru sormamış, kendince tutarlı ve anlamlı yanıtlar geliştirmemiş bir mühendisin cürümü, cebir cengaverliğinden, denklemler içinde sanal gerçekliklere mahkûm olmaktan öteye geçebilir mi?

  Hiçbir pozitif bilim dalı, beşeri ve sosyal bilimlerle ilintisiz ele alınmamalı, aslında. Ucu insana dokunmayan, hayatı her geçen gün mekanikleştiren, insanı insan olmaktan çıkarıp zembereği kurulu bir saat gibi monotonluğa, tek kalıpçılığa zorlayan günümüzün bazı modern şablonlarının ardında, insanı öncelemeyen mekatronik mühendislik anlayışı mı sebep, dersiniz?

  Sosyal bilimlerle ilişki bahsini biraz daha açmak istiyorum:

Şüphesiz herşeyin başı, insanı sevmek ve insanlığın bir ferdi olarak bunun sorumluluğunu her projede hissetmek gerek. Bugünün yaşam normlarını şekillendiren en keskin alettir, teknoloji. Atılan her adımda insanlığa fayda aramak kaçınılmaz bir refleks olmalı, mühendis için. Hayata dair hiçbir yontu, masa başında ütopik düşünceler üreterek şekillenmemeli, bundan dolayı.

  Empati yeteneği gelişkin olmalı mesela: Masasındaki projeyi tasarlarken, hem kendi oturduğu taraftan bakarak hatasız gerçeklemenin zeminini hazırlamalı hem de projenin etkileyeceği kullanıcılar, insanlar cihetinden olaya bakabilmeli. 1990'ların ortalarında ilk CRM uygulamam kapsamında, gerçekleştirerek kendimle gurur duyduğum, tanınmış bir mağazanın kredi servisindeki ortam içi sesli borç bakiyesi anonsu müşterilerin pek hoşuna gitmemişti. Öyle ya, insanlar toplum içinde "bize şu kadar borcunuz var" diyen bir robotik sesten hoşlanmazdı, rencide olurdu. Anladımki, borç meseleleri bizde fiskos seviyesinde, sessizce çözülür.

  Ve tarihle de arasını iyi tutmalıdır, teknik insan çünkü bugün için birşeyler üretmek, dünün yaptıkları ile yükselen duvarın üzerine yeni bir tuğla koymaktır. O halde, duvarın doğru yerine, gerekli tuğlayı koyabilmenin tek yolu vardır: Duvarın mevcut halini ve nasıl yükseldiğini görmek! Dönüp baktığımda, ezbercigiller ekolünün aksine, bugünün öğrencilerine okutulan ve anlayamadığım en kompleks teorileri, kuramları ortaya atanların, geliştirenlerin biyografilerini okuyup, o şartlar altında yaşayan bir kişiymişcesine irdelediğimde, satır aralarında buldum, aradığım yanıtları.

  Sonunda bam teli: Hiçbir mühendis adayı kopya çekmemeli. Öğrenciliğin kopyasının, profesyonel yaşamın hırsızlığı olduğu bilinmeli. Daha ağır ifadeyle yeniden altını çizmeliyim: Eğer hırsızlık hak edilmeyene uzanışsa, şu meşhur, "tüy bitmedik yetim hakkı" yiyenler, kamu malına hıyanet edenler, kuyumcu soyanlar ile kopya çekenler arasında hiçbir fark yoktur; biri hak edilmemiş maddesel varlık, diğeri de hak edilmemiş not çalar. Muhtemelen ahlaktan yoksunluğun, "çıkar için herşey mübah" güdüsünün ve yüz kızarmadan çalıp çırpmanın ilk pratiğidir, okul sıralarındaki kopya. Kopya ile alınmış bir liyakatin ömür boyu suçluluğunu duymak, hak edilmemişlik karşısında ezilmiş kalmak neden? Ahlâken sakat bireylerin geliştireceği sistemler de sakat olur. Çünkü ilime haram karıştırmak olmaz.

  Ancak bu gibi konulardaki farkındalığımızla, hafızlığı bırakıp gelişimden gerçekten söz edebilen, yorum gücü kuvvetli ve insanlık adına çalışan, mezuniyetlerde edilen yeminlere sadık, etrafına aydınlık katan, "aydın" mühendisler oluruz. Dünyaya değer katma güdümüz, ortak paydamız olmalı.

  Ve öyle mühendislere toplumumuzun ekmek gibi, su ve hava gibi ihtiyacı olduğuna yürekten inanıyorum.

Cem TURAN

1 yorum:

  1. Sizi kutluyorum Cem bey...Büyükleri olarak her birimiz heybemizde biriktirdiğimiz her ne varsa geleceğimizin teminatı gençlerimize bunları akıtmalıyızki bereketlensin, çoğalsın. Yolunuz açık, geleceğiniz aydınlık ve ışığınız bol/bereketli olsun.

    YanıtlaSil