13 Eylül 2014 Cumartesi

ÇÖPTEN SİYASETE MEDENİYETLER İTTİFAKI

  Kendinize müthiş bir iyilik yapın, dilediğiniz bir gün, dilediğiniz bir saatte. Dondurun saati, bırakın evde telefonu. Kimseler sizi bulamasın, hiçbir yerden aranan, beklenen veya bir yerlere yetişmesi gereken bir kimse olmayın, zamanı çağrıştıracak herşeyi ardınızda bırakıp kapıyı çarparcasına atın kendinizi dışarı. Sokağa çıkın ve ne olur, özel araba kullanmadan, eğer civarınızda kaldıysa, mahalle aralarında yürüyün biraz.


  Belki, bir bahçe duvarının üzerinde, farkınıza varınca donup kalan yeşil bir kertenkele belki de eğer uygun vakitse, mutfakların pencerelerinden dışarı sızan kesif, nefasetli yemek kokularını hissedin. Pencerelerin ardında, sofralar başında aile buluşmalarını, kaşık çatalların porselen tabağa vurarak çıkardığı şıngırtı eşliğinde hayal edin. Mahallenin hınzır kedisinin, pusuya yatmış civardaki güvercinleri izlemesine tanık olun.


  Size bir sır vereyim mi: Bir toplumu ele veren en önemli barometrelerden biri, çöpleridir. Çöpler iyiyse sosyallikte bir sıkıntı vardır. Çöpler kötü durumda ise, yani sadece kullanılamaz organik ve inorganik atıklardan oluşuyorsa paylaşımcı bir toplum içinde olduğumuzdan söz edebiliriz.

  Bugünün insanı, ayağına takılan birşey görmek istemiyor. Modası geçen herşeyden kurtulmak istiyor. Bırakın manevi bir değer olarak saklamayı, "belki lazım olur" düşüncesi ile barındırmaya bile tahammül göstermiyor. "Atayım, lazım olursa yine satın alırım" diyor, desem haksızlık etmiş olur muyum?


  Eskiden Avrupa'da yaşayan dostlarımdan dinlerdim, Avrupa çöplüklerini. Beyaz eşyadan mobilyaya, giyecekten oyuncağa hemen herşey, ekonomik ömrünü doldurup kullanılamaz hale gelmeyi beklemeden, modası geçtiği veya beğenilmediği gerekçesiyle neredeyse ambalajından çıktığı gibi çöpü boyluyordu.

  Yakın sayılabilecek bir geçmişinde yağ kuyrukları, ekmek karneleri gibi hatıraları olan bizden bir önceki nesle göre bu durum akıl almazdı. Zenginin malı, zöğürdün çenesini, bir dönem fötr şapkalı "Alamancıların" taşıdığı bu bilgilerle uzun süre yormuştu.

  Şimdi dönüp baktığımda, bizim çöplüklerimizde de aynı durumu üzülerek görüyorum. Koltuklar, kanepeler, çalışma masaları, beyaz eşyalar, elbiseler hatta bilgisayarlar... Oysa hala çok yeni gözüken bu eşyaların da hakkıydı, çöp yerine onlara ihtiyaç duyan, değerini bilecek ellere geçmek. 

  Çöpler aslında toplumsal sorumluğun bir aynasıdır; insanların toplumsal yaşamı ne denli umursadığına dair. Bana lazım olmayan, beğenmediğim, artık yetersiz gelenler, nicelerinin rüyalarını süsler ama çeşitli nedenlerden ötürü edinemezler. Ekonomik gücü yerinde olsa dahi, ihtiyacı olan bir tanıdığa kullanmadığımızı vermek, başta israfın önüne geçmek değil midir?


  Diğer taraftan çöpler, o muhitin insanlarının yalnızlıklarının da bir göstergesi: Demekki kendinden çıkan eşyasını verecek kimsecikler dahi bulamamış, ilişki kurup iletişime geçememiş. Acınacak bir durumdur, başkalarının halinden bihaber olmak, yan kapısında oturanın durumunu değerlendirmekten aciz olmak.

  Çılgınlaştırılmış bir tüketim toplumunun alicenap fertleri olarak, bir elimiz sürekli almaya diğer elimiz de atmaya çok alışmış durumda. "İndirim" ifadesinin bilinçaltımıza kazınan dayanılmaz hafifliği, pazarlama cambazlarının hünerleri ile birleşince gaza gelip, ihtiyaç ve kişisel uyum sorgulaması yapmadan kartlarımızla alıveriyor, henüz taksitleri bitmeden de aldıklarımızın suyunu ısıtıp bir güzel ayağını kaydırıyoruz, değil mi? Ve akıbeti kaçınılmaz bir şekilde çöp oluyor, çoğunun.

  Bu eğilim sessiz sedasız, yazılı olmayan sosyal etkileşim yöntemleri ile bir salgın gibi yaygınlaşıyor, kurumsallaşıyor, süreklilik gösteriyor ve sonuç: Hoşgeldin yeni kültür! Kim ne derse desin, kültür alışkanlık kazanılan eylemlerin topluca kabul görmesi ve en önemlisi, zamana yayılması sonucu, üzerimize kalıcı olarak giydiğimiz bir elbisedir.


  Vaktiniz olursa, eski bir Osmanlı sarayına, konağa yolunuzu düşürün. Topkapı, Beylerbeyi, Küçüksu gibi olursa, müze olarak kullanımı, iç donanımını muhafaza edilmiş olarak görmenize olanak verecektir. Saray dendiğinde zihninizde canlanan ihtişama nispetle, orada gördüklerinize bakın. O zamana göre hangi eşyalar ihtiyaç dışı sayılabilir, tespit etmeye çalışın. Kişisel tespitim, belki zümrüt işlemeli ve çok lüks olabilirler ama gereksiz değillerdir, mutlak bir fonksiyonu yerine getirmiş ve yoğun olarak kullanılmışlardır, çoğu.

  Bugünün sıradan bir evine göz atalım şimdi de: Belki birkaç kez dahi kullanılmamış mutfak araçları, mobilya ve aksesuar doludur etraf. Evlerimizde biz değil, adeta eşyalar oturuyor. Ve reklam dünyasının yeni takdimlerine de her zaman açığız. Gereksinim sorgulamadan dünyamıza alıvermişiz, birdenbire.


  Günümüz modern insanının çöplerinin oluşma gerekçeleri ve çöplerden kurtulma yöntemleri gerçekten, sosyolojik tezlere konu olabilecek derinlikte toplumsal ipuçlarını içinde barındırıyor. Sadece bize özgü bir durum değil elbette bu kötü hal, tüm dünyayı sarıp sarmalamış, bir ahtapot gibi. Ancak her dem her bahane ile övündüğümüz, geçmişten gelen güçlü kültürümüz bize kalkan olmalıydı, içeri sokmamalıydı böylesi bir girdabı, bencilce tüketerek başta kendisini tüketme hastalığını. İhtiyaç fazlasını değerlendirmede, çöplüğü bir gereksinim sahibi insana tercih etmemeliydi, övündüğümüz türde insanlar.

  Fakat öyle güçlü, karşı konulmaz ve sürekli geldiki rüzgar, bir boraya dönüştü. Biz geçmiş kültürümüzle böbürleneduralım, onun rehavetinde beklemediğimiz bir anda, ansızın vurdu ve bünyeye bulaştırdı virüslerini.

  Sosyallikten, sosyalizmden, sosyal siyasetten bahseden, köşede bucakta iki dakikada memleket kurtaranların gelişmişliği tüketmekte sanmaları ve bu hastalıklarda baş aktör olmaları ise ne acı.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder