26 Temmuz 2014 Cumartesi

ANNE-BABALIK VE ONU DA "-MIŞ" GİBİ YAPAN GULYABANİLER

Dün, oldukça elit, yeni İstanbul semtlerinin birinde, büyük bir marketin çıkışında tanık olduğum biz manzara, bunları yazmaya mecbur bıraktı beni. Yazarın "yazmasam ölecektim" dediği gibi ben de ölmemek için sizinle paylaşıyorum:

Anne ve babalık kurumunu hep çok önemsedim. Çünkü bu mertebeye gelmiş bireylerin, en azından teorik olarak, yaşadıkları neslin bir sonrakinin temelinde harcı olmaya, kendi zamanlarından bir sonraki kuşağa geçirgen bir turnusol, bir transfer kağıdı, taşıyıcı, dönüştürücü olmaya namzet, o yetkinlikte adaylar olduğuna inanıyorum. Bu sadece o makamın tanımı, o makamı işgal eden bireylerin halihazırdaki durumlarını tarif etmiyor.

Yine insanların bu göreve ihanetleri konusundan yalıtılmış şekilde, makam-ı âli olan bu çok özel mertebeyi irdelemeye, izninizle devam edeyim:

Bir insanın olgunluk emaresidir, aile kurmak. Bir ağaçtan önce tomurcuk, sonra yeni bir dal şekliyle uzayan, toplumsal olarak uzuvlaşan bir insanın, tıpkı kendinden öncekiler gibi tomurcuklar vermek için gösterdiği bir yönelimdir, anne-baba olma kararı.

Şatafatlı, sanal bunca mevki ve ünvanın pervasızca dağıtıldığı dünyada, bir insanın edinebileceği, bakiyesi inananlar için sonsuz dünyaya da uzayan,  en ulvi, büyük rütbedir anne-baba olmak.

Hani, eğlence yerlerinin kapılarına asılmış "Damsız girilmez" yazılarına nispet edercesine, anne-baba olunmadan anlaşılamayacak, çok özel bir bahçenin sakini, bahçıvanı olmaktır, anne-baba olmak.

Rehber olmaktır, yol göstermektir, öğretmen olmaktır, "ben" zamirini kitabından silip "biz" gözüyle yaşayabilmenin erdemine erişmişliğin sözlükteki izdüşümüdür, anne-baba olmak.

...Ve sağlam bir filtre olmaktır, ebeveynlik: Kendisini oluşturan toplumun, kendi gelişim süreçlerinde de bildiği, gördüğü, yaşadığı olumsuzluklarının, hatalarının, zararlı hallerinin şimdi oluşumunda söz sahibi olunan, yeni nesle de sirayet etmesine mani olan, iç dünyasında hissettiği varsa, geçmişin kötü izlerini geleceğe aktarmamak konusunda kararlı olan kişilerin güç işidir, analık ve babalık.

Bu ve benzerleri anne-babalıkta olmazsa olmazı anlatan bazı satır başları, kendimce. Ya olmaması gerekenler, yani; olursa olmazları nedir anne ve babalığın?

"Ti"ye alınacak, dizi filmlerden öğrenilecek bir görev, "saldım çayıra Mevla kayıra", "ille de ben" türü bir bakışı kaldırabilecek bir yer değildir, anne-babalık.

"Her koyun kendi bacağından asılır" diyenin taş olması gerektiği en üst sosyolojik halkadır aile. Bu sorumsuz, tuhaf savı savunan, zihninde yer ayıran bir kimse aile kurmaktan, anne-baba adaylığından, hazır olacağı güne dek uzak durmalıdır, toplumun bekası için çünkü bu bencillik kokan görüş, bir bireyin sosyalliğinin oluşmadığının, sorumluluk bilincinin en ilkel seviyede kaldığının bir göstergesidir. Bu kişiler belki 40 fırın ekmek yemeliler, anne-baba olmak için. Çünkü anne-babalık biyolojik bir olaydan değil, sosyal bir vasıftan beslenir, saygınlığını buradan alır.

"Dediğimi yap, yaptığımı yapma" diyecek kadar aymaz insanın işi değildir, anne babalık çünkü o, hal diliyle konuşma sanatıdır. En önemli okuldur aile. Boğazına kadar yanlışların, kötü alışkanlıkların, sorumsuzlukluklar yumağının içinde yüzen ve en kötüsü bunları umursamayıp sıradan gören ve kendi tomurcuklarını da buna ortak eden kişilerin yönetimindeki okuldan çıkanın işi gerçekten çok zordur. Çünkü her çiçek, yetiştiği çevreye uyar.

Parayla, malla, hediyeyle kendi yokluğunun, görevlerinden kaçışın yeri değildir anne-babalık. Bir öğreti, duygusal doygunluk, paylaşım vermeden eşyayla şımartılmış, tatminsiz, ruhen aç çocuklara telefondan "cicim" deme yeri değildir asla.

"İşim var, toplantım çok" diyerek, çocuklarının gelişim süreçlerini öteleyen, görmeyen, desteklemeyen, öncelikler sıralamasında "kariyerden sonra" bilmem kaçıncı sırada aileye yer veren kişilerin harcı değildir, ebeveyn olmak.

Ve toplum: Oldum olası, çocuklarını böyle önemli bir kurumun yönetimine hazırlamak, felsefesini aktarmak yerine "âdet yerini bulsun" kabilinden evlenmelere, şuursuzca zorlar insanları. Eskiden karakterin henüz esnek olduğu, genç yaşlarda evlilikler yapıldığından ve büyüklerin hep civarda olduğu geniş aile modelleri yaygın olduğundan, kontrol altında karakterler bir potada erir ve uyum gösterecek şekilde şekillenir, ortak bir davranış modeli haline gelerek ailelerin kurumsallığını sağlardı. Bugün ise "fırsat bulamaktan ötürü" otuz hatta kırklı yaşlara uzanan evlenmeler, artık çoktan elastikiyetini kaybederek "odunsulaşmış" karakterlerin dünya metaları ve maddi bağımsızlıklar eksenindeki güç gösterilerine sahne oluyor, sık sık. Sonuç; her geçen gün büyüyen vahim tablo: Bir oyun, dizi film senaryosu gibi kurulmuş ve parçalanmış aileler ve onların mutsuz, parayla doyurulmaya çalışılan çocukları.

Daha devam etmeyeyim, ucu herkese dokunur çünkü. Bu yazımın okuyucularının kimler olduğunu öngöremiyorum ancak bildiğim; büyük kısmının "üç günlük" denen dünya hayatının belki bir, belki iki gününü de tükettiği, belki de üçüncü günün uzatmalarında olduğu. Doğumdan sonra alınan ilk nefes, eğer nasibi varsa tüketilecek, "üç günlük" dünyadaki ilk yaşlanma halkası değil mi? Yarına bırakılmış sorumluluklar, ayyuka çıkmış umursamazlıklar, vurdumduymazlıklara bahane olan sanal telaşların önemsizliğini hatırlatacak bir ölüm bekliyor hepimizi. Oysa son pişmanlık hiçbir yerde para etmiyor.

Yazımın başında bahsettiğim marketin çıkışında ne mi gördüm?

Yeni, modern İstanbul semtleri türetiliyor büyük bir hızla. Küçük stüdyo daireler, etrafı duvarlarla örülü, ortasında "havuz" adında bir çukura doldurulmuş su ve çevresindeki bloklarla klişe şablonlara hızla alışıyor insanlar. Dolayısı ile böyle muhitlerin müdavimleri de başka oluyor ve bu profilleri ortaya koyan en şaşmaz "sosyal" mekanlardan biri de bölge marketleri.

İşte böyle yüzü asık, muhtemelen dağıtılmış ailelerin özellikle "anneleri" ve yanlarında mutsuz çocuklarının çokça olduğunu hissettiğim bir marketten çıktığımda, kapının önünde genç bir anne sigarasını ateşliyordu. Derin bir nefes çekip dumanını etrafa savurduktan sonra, yanındaki sekiz, bilemediniz dokuz yaşlarındaki oğluna, içinden az önce sigara aldığı paketi ve kullandığı çakmağı verdi. Çocuk, alıştırılmış olduğu bu anormal durumu yadırgamadan sigarayı ve çakmağı, safari pantolonun yan cebine koyup cep kapağını ilikledi.

Kötü oldum, boğazımı düğümledi belki de çoğunun es geçeceği, "adam sen de" diyeceği "sıradan" olay.

Adam ben de! Haklısınız, o pırıl pırıl yüzlü, aydınlık çocuk da kararacak, karartılacak çoğu gibi: Hep birlikte, "adam sen de" demeyi alışkanlığa dönüştürmüş, düşünmeden yaşamayı fazlaca sevmiş, görevinden ve geleceğine dair sorumluluklarından çoktan vazgeçmiş gibi görünen bir toplumun içinde ve anne eliyle.

Ne çok bir arada kullandım değil mi, anne ve babayı: Ömür pahasına, düşe kalka, gelecek nesle sağlıklı, mutlu, topluma değer katan, güzellikler üreten, hayat emanetinizi verseniz dahi "güzel işler defterinizi" sizin adınıza doldurmaya devam eden çocukların ve toplumun anne-baba üzerinde büyük hakkı vardır. Bu makamı bu denli değerli kılan, altına girilmiş olunan bu büyük sorumluluktur. Canla başla yapılması gereken, bireyin varlığının taçlandığı bu yüce yolculuğu hakkını vererek yapmaya çalışmak varken, anne-babay(-mış) gibi yapan gulyabaniler, cicili elbiseler, sükseli hediyeler, gezmeler tozmalar, istemeden almalar, özel kolejlere göndermelerle ne çocuklarını kandırabilirler ne de bu topluma verdikleri zararın vebalinden kurtulabilirler.

Gulyabani fazla kaçtı, ağır geldi diye düşünmeyin hiç. Az bile söyledim. Ağır olsunki, onlara, onları hazırlıksız evliliğe iten onların ailelerine ve onların da ailelerine, hepsine göz yuman topluma, aileyi korumakla ilgili anayasal görevlerini bir kısım tüccar çok kazanacak diye bozuk para  gibi harcattıran, kitlesel bir eğitim aracı olabilecekken özellikle dizileriyle salgın hastalıkların vatandaşlarına bulaşmasına sessiz kalan develete kadar herkese ibret olsun.

Annelik ve babalık çürürse toplum çürür. Aile korunmazsa toplum yıkılır. Şuur, bilinç olmazsa yaşam sadece biyoloji kitaplarında anlatılır. İnsan olmak ise bir başka bahara kalır.

Cem Turan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder