20 Temmuz 2015 Pazartesi

STAJA GİTMEK, GERÇEKLER YURDUNA

Kimilerinize tuhaf gelebilecek, son beş yıldır fırsat buldukça yapmaya çalıştığım bir alışkanlığımdan söz etmenin zamanı geldi herhalde. Gerçekten kimilerine tuhaf hatta sağlıksız geleceğini biliyorum çünkü insan oldum olası; gerçeklerine, yaptığı yolculuğa, o yolculuğun sonundaki duraklara odaklanmaktan kaçar, yol boyunca gördüğü eğlenceli manzaralarla avunur ve oyalanır. Oysa her yol bir gün biter, her yolculuk bir gün nihayete erer. Yolculuğun amacı da varmak değil midir, ulaşılmak arzu edilen bir yere? Bana göre de asıl tuhaf; neden yola düşüldüğünü unutmak, yol kenarında bir adım sonra görüş mesafesi dışına çıkarak, dikiz aynasından da görülmeyecek ve tarih olacaklara gereğinden fazla kapılmak olmalı.
 Benim için bir tür staj, saha çalışması, ön pratik, modelleme gibi bir şey bu: Zaman ekseninde biraz ileri gitmiş gibi yapıp, saati ileriye sardırıp olayları ve olaylar içindeki kendimi yorumlamak; ayrı bir eğitidir, benim için. 


Neden mi bahsediyorum? Tabiki ölümden. Özellikle kimi iş çıkışlarında, komşuluğunda bulunduğum cami avlusunda musalla taşına yatırılan merhum ve merhumeler için son insani görevde bulunmak isteyenlere yetişiyorum kimi zaman. Kılınan cenaze namazlarının ardından ben de avlu çıkışında bekleyen ve ahaliyi cenazenin defnine götürüp getirecek araçlarda alıyorum soluğu.
Böylece ben de bir taraf oluyorum, cenaze yakını; sağlığında hiç tanımadığım insanların son yolculuğuna ortak. Yol boyunca araçta oturanların hallerine kulak kesiliyorum. Avludaki manzaradan sonraki dersimi yol boyunca o araçta alıyorum: Otobüsün ikili koltuklarına oturmuş insanların birbirleri ile diyaloglarına ibretle kulak misafiri oluyorum, kablosuz ve uzak menzilli radardan farksız dikkatimle. Yaşanan diyaloglardan anlıyorum, kim mevtanın gerçekten yakını, yaşamından önemli bir varlığı ruhlar alemine uğurlamakta o an ve kim uzaktan, köşeden ilintili konu komşu: Kiminde buğulu ve uğurlanan ile hatıraları o an gördüğü her halinden belli olan dalgın gözler,  kiminin ağzında geçen haftaki maçın değerlendirmeleri...
Sonunda mezarlığa varılır; önceden hazırlanmış, iki metrelik bir çukurun etrafında toplanılır. Söylenecek sözün bittiği, bir alemden diğerine geçişin adeta eşiğinde durulur. İlle de ben bu anı maddeleştireceğim diyen olursa; misafirinizi uğurladığınız, otogar, havalimanı gibi mekanlarda sıkça yaşanan bir ayrılık sahnesi gibidir. Bilet tek yönlüdür, yolculuk; dönmemek üzere.

Yeşil renkli belediye arabasının demirbaşı hoca efendi çıkagelir, elinde taşınabilir amfisiyle. Açar ses düğmesini sonuna kadar ve hiç tereddüt göstermeden başlar kelam etmeye haziruna. Oradakilerden çoğunun kırk yılda bir, bir beşerin defnedilmesine tanıklık etmelerinden kaçırdıkları bir detayın farkına varır, irkilirim: Mezarlıklar Müdürlüğü'nün kadrolu hocaları, soluksuz define gidip gelmekten biraz fazlaca profesyonellikteler. Yani dil okur, ağız söyler ama kalpleri, hergün defalarca yaptıkları bir işi tekrar etmekten; fabrikasyon bir işi yürütmekten, ziyadesiyle yorgun. Kim için orada olduğundan daha çok mesaisinin gereği olarak zorunlu bir hizmeti üretip bir an önce gitmek isteğini hissettiren örnekler de görüyorum, üzülerek.

Dolayısıyla fazlaca şablonlaşmış bir etkinlikte bir faninin dünyadaki nihai istirahatgahına nakli, kalabalık bir şehirde yaşamanın sonucu olarak sıradanlaşmaya doğru gidiyor gibi görünüyor.

Ve işte o an: İçinde bir zamanlar belki de yeri göğü inleten kudrette, etkisi ve gücü yüksek, kazancı ve hayat standartları kalburun üstünde, ayağı lüks arabalardan yere basmaya fırsat bulamamış, yüce yüce mevkilerin insanı bir zatın; kesilerek yaşamına son verilmiş bir ağacın yontusu, kuru bir tabut içinden çıkarılan ve beyaz bir kefene sarmalanmış; içinde kimin, nasıl bir halde olduğu meçhul; markasız, etiketsiz, söylendiği gibi cepsiz cismi; civardakilerin gayreti ile son kez havalanarak toprakla buluşturuluyor.

"Sur" zamanına dek, bir daha ayrılmamacasına sırtı toprağa verilip yüzü kıbleye döndürülen beyaz örtülü beşerin son görülebilirliği; üzerine doğru toprak savuran küreklerle son buluyor. Bir bayramlık veya ameliyata girecek doktorun hijyenliğini çağrıştıran bembeyazlığın toprağın karalığının örtücülüğü altında eridiği, son derece ağır anlamlar içeren, düşünen insanı alıp başka başka deryalara götüren, empatinin en babayiğidinin yaşandığı çok özel bir an...

İşte odur hatasız, programın dünyadaki son kodu ve beyazdan bir kumaşa sarmalanmış, çaresizlik içinde yeni yatağına taşınarak konan ve üzerine kara toprağı, yorgan niyetine serpilen insanın yerine koyabilme egzersizleridir; insanı pişiren ve kalbin nazlı gözünü aralayan.
O zaman bunca patırtı içinde verilen yarışlar, uçuşan maddeler, ardı arkası kesilmeyen testler, sınavların "bakılabilir öğreticiliğine" mahkumluğundan daha çok "görülebilir eğitimin" telaşına düşüyor insan.

Var mısınız? Bir hafta sonunuzun bir iki saatini ayırıp, hiç tanımadığınız bir insan için kılınan cenaze namazı ile başlayan ve mezarlıkta tamamlan; kendini dinleme, empati ile düşünme ve yeniden yapılanma stajına?

Yoksa bundan; kaçamayacağı gerçekleriyle yüzleşmekten korkup kafasını devekuşu gibi dünyaya sokup çıkarmayanlardan mısınız?

İnanın, doğru yerde ve doğru zamanda biraz empati size de çok iyi gelecek.

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder