27 Mayıs 2015 Çarşamba

SİVAS, SİLİKON VADİSİ VE DEMİRAĞ (?)

Yarını şekillendirmek üzere hazırlık yapan bugünün genç ve öğrencilerine, gayretin içinde olan iş ekiplerine, yöneticilere; yakın Cumhuriyet tarihimizden teknolojik kalkınmışlığın, uğruna savaşlar verdiğimiz bağımsızlık tanımı ile denk olduğunu kavramış kişiliklerden örnek gösterirken her zaman zorlanmışımdır. Çünkü ya tam bir aydınlık kıtlığından ya da adeta ateş püskürdüğüm "değer kazanmadan ortalarda boy gösteren takım elbiseli önemliler" patırtıları arasında ezilip yok olduklarından maalesef, gösterebileceğim örnek sayısı bir hayli azdır.

Geriye dönüp baktığımda; bu tip "önemlilerle" dolu okul kitaplarıyla muhatap öğrencilerin ezik ve süzük, ellerinde özgeçmiş, diploma ve bilmem nerelerden biriktirdikleri sertifikalarla bir yerlere "kapak atmayı" en ulvi ideal; parlak bir makamı en muteber beka olarak algılamalarına şaşmamak gerekir. Bu ahvali içine sindiremeyen ve bir toplumun pozitif dönüşümünün bu anlamsız hedef yerine doğrularının konulmasından geçtiğine inanan bir kişi olmam, her daim eğitimi, eğitim yerine konan öğretimi, dolayısıyla öğretmenleri sürekli tezgahımda tutmama neden oluyor. Çünkü inanıyorum ki; öğretmenler ve eğitim dönüşmeden, bir toplum iyiye dönüşemez ve sosyal hastalıklarından arınarak üreten, hayata değer katanlar ligine dahil olamaz.


Geleceğin bilim insanlarına, teknoloji girişimcilerine yakın geçmişten örnek bulmamı güç kılan bu kıtlıktan muzdarip bir haldeyken, kendisine bunun için şükran dolu olduğum Tevfik Hocam, bu fazda bir tarihi kişilikle beni tanıştırdı: Nuri Demirağ. Soyadı bizzat Gazi Mustafa Kemal tarafından verilen, Sivas doğumlu, ekseriyetinin olduğu gibi; memur kökenli olmasına rağmen bilim ve teknoloji hayranı, sınai kalkınmacı bir girişimci. Bu sayıp döktüklerimin yaşadığımız diyar için önemini anlayabilmek için saatinizi yaklaşık bir asır kadar geriye; Cumhuriyet'in ilk yıllarına çekerek empati yapmanız gerekebilir. Aksi halde, başkalarının teknolojileri ile sağladıkları yalancı konforlar içinde yaşayan bugünün insanın, anlamak isteyeceği türden bir hikaye olmayacaktır, yazdıklarım.

Biraz da Demirağ'ın memleketi Sivas hakkında birşeyler söylememe izin verin: Defalarca gördüğüm bir kent Sivas ve beni çok etkileyen Selçuklu eserleri açısından tam bir açık hava müzesi, tarihin emanetçisi olan bir şehir. Konya'dan sonra, yüzölçümü büyüklüğü açısından ikinci en büyük ilimiz. Kurtuluş Savaşı mücadelemizdeki çok önemli duraklardan, bir kongreye ev sahipliği yapmış ve halen bu mücadele ruhunu kongre binasını müzeleştirerek koruyan önemli bir vilayet.

Diğer taraftan; hemen kapı komşusu olan ve yüzölçümü sıralamasında Türkiye sekizinciliğine sahip Kayseri ile karşılaştırıldığında trajik bir şekilde; sivil sanayi, teknolojik yatırım, özel sektör gelişimi açısından geride kalmış gibi gözüken Sivas'ın bu ahvali aslında; Türkiye'nin de dünya fotoğrafı içerisindeki yerini izah etmede bir model oluşturabilir: Nedenler belli gibi; özgür iradeyle yapılan sınai ve teknolojik kalkınmayı hafife almak, bilimsel yaşam güdüsüne ve teşebbüslere el vermemek ve onları yüceltmemek ve saire. 


Oysa Nuri Demirağ gibi insanları da olmuş Sivas'ın. Kimdir, nedir, necidir; bunları anlatmayacağım çünkü adına çok güzel bir internet sitesi yapılmış. www.nuridemirag.com adresinden bu kadim şahsiyetin biyografik bilgilerine ve hakkında yazılmış kitapların PDF formatlarına erişebilirsiniz.

Selçuklu başkentine devam edelim: Sivas'a karayolu ile girerken, şehrin sembol değeri olmuş bir Çimento Fabrikası karşılar sizi. Sivaslılar da bilmeyebilir ama o fabrika da 1942 yılında yapılmış bir Nuri Demirağ eseridir. Halen faaliyette olan Karabük Demir Çelik Fabrikası da öyle. Yakın zamana kadar Sivas bir TCDD şehri imiş. Yani şehir meydanında yoldan kimi çevirseniz, herhalde yarıdan fazlası TCDD'de çalışır imiş. Bunda da Nuri Demirağ'ın büyük payı var. Gazi tarafından neden bu soyada layık görüldüğü, umarım anlaşılmıştır. Bunun üstüne askeri dikimevi, DSİ derken şehir tam bir memur kenti hüviyetine bürünmüş ve deyim yerindeyse özel teşebbüs yapacak pek kimse kalmamış.

Nuri Demirağ'ın hayat hikayesine ise bakacak olursanız Fransızlar'dan demiryolu işini alıp devam ettirmekten, ilk uçak fabrikasına, Nu.D 38 ismi verilen ve dünya yolcu uçakları A kategorisine girmeyi başaran yolcu uçağına kadar birçok, toplumun ötesinde, bilim ve teknoloji yoğun başarılı girişimlerin sahibi olduğunu görebilirsiniz. İstanbul'da Boğaziçi Köprüsü için dahi 1920'lerin sonlarından itibaren dört yıl çalışıp ürettiği projesini Ata'ya kabul ettirmeyi başardı lakin siyaset dünyasının mümtaz "önemlileri" değersiz bulduğundan, sağlığında köprüyü göremedi. Kayıtlara göre 43 beylik çeşme yaptırmış dört bir yana. Bakmayın siz, bunları okuyup da dudak büken, burun kıvıran olursa. Onların ya tarihi ve dönemin şartlarını bilmediklerinden, geçmişe empati yapamadıklarındır ya da sadece şımarıklıklarındandır küçümsemeleri. Sormalı onlara; sizin bir tane çeşmeniz, hani nerede?

Uzun lafın kısası; şükür ki örnek alacağımız aydınlık suretler de yok değil, geçmişin milli aile resminde. Yeterki bunları okumayı bilmeli, bu biyografilerden gelecek için şevk üretebilmeli. O zaman geçmişin gayretli yüreklerinin ruhları huzur bulacak, görevlerini yerine getirmiş ve emeklerinin bir sonraki nesil tarafından alınıp büyütülmesiyle.

Dün Türkiye'nin silikon vadisinin temeli atıldı, kopyası olması ve benzer bir başarıya ulaşması temennileriyle; Amerika'daki orijininin. İnanıyorum ve başaracağız elbet. Bu gibi oluşumlar herşeyden önce sinerji üretmesi, bilime ve teknolojiye gönül verenler için bir çekim merkezi olması açısından önemli. Yukarıda da benzer örneklerini verdiğim geçmişten gelen alışkanlıklarla, sosyogenetik urlarımızla bu insanları boğuyoruz çünkü; ya vasatlaştırıyor ya yok ediyoruz. Fikirleri, projeleri halen sahipsiz bırakıyor, ucunda garantilenmiş bir maddi çıkarı görmüyorsak el vermiyor, küçümsüyor, bu taraflarda bezi olanları da enayilikle itham ediyoruz, çoğu kez. Bu ise tam bir zulüm bu insanlar için.


Keşke Demirağ gibiler boğulmasa ve nefes alabilseler, alabilselerdi bu diyarda. Kimseler geliştirdiği model uçağı uçurduğu için, hava sahasını ihlal etme suçundan ceza almamış olsaydı. O zaman bilimi, bilimi vadilere sıkıştırmaz, sath-ı vatan bir inovasyon hareketini konuşabilirdik bugün. Vadileri önceden doldurmuş olurduk.

Ancak şu konuda da dikkat çekmek zorundayım: Bu gibi imtiyazlı, teşvikli, destekli, muafiyetli alanların bir önceki paragraftaki amaç dışında, kamu kaynağını sömürme hastalığı sosyal genetiğine işlemiş kişiliklerce hortumlanmasına, kanunlardaki açıkların peşinden koşup "teşvik" adı altında verilen kamu hibeleri ile şahsi imparatorluklar kurmaya çalışan ve bunu "başarı" olarak görmeye ve göstermeye çalışan şahsiyetlere fırsat verilmemesi gerekir. Maalesef mevcut uygulamalarda, organize sanayi bölgelerinden teknoparklara kadar bu gerçek hemen her gün kötü örnekleriyle kendini hissettiriyor. Halbuki bilimden, fenden, teknolojiden bihaber bu asalakların kemirdiklerine biz "tüy bitmemiş yetimin hakkı" diyoruz ki kendi kesesinden daha da ihtimam göstermesi gerekir, biraz bilen.

Bir de şu gerçeğin altını çizmeli: Bir toplumu tüketenden üretene dönüştürmek; karanlığa alışmış yarasaları aydınlığa çıkarmak gibidir; kolay değildir. Toplumun bu dönüşümü, karanlıktan aydınlığa doğru faz değişimi ancak eğitim (öğretim değil), öğretim ve bu konunun enstrümanı olan öğretmenlerle kabildir. Yani dönüşüm öğretmenlerle başlar. İyi bir öğretmen, iyi bir eğitmen de olabilmeli. Anne baba iyi eğitmenler olmalı. Eğitimin kalıcısı ise hal diliyle; davranışlara yansıyan türde olanı. Çocuklar öğretmenin gözlerinde aydınlığı, merakı, keşfetme arzusunu ve tüm bunları insanlık yararına üretme güdüsünü görebilmeli. İşte bir de budur, bizde kıt olan! Mutlaka üretilmeli: Mevcut öğretmenlerimiz ve yeni yetişenler, tarif ettiğim gerçek inovasyonu üretebilecek donanıma sahip kılınmalı. Eğtimcinin eğitimi dendiğinde, bin türlü lakırdı ve şaklabanlık görüyorum ama bu niteliği kazandırmayı amaçlayanı çok az.

Sözüme Nuri Demirağ'ın yarama dokunan şu sözüyle son vermek isterim. Yazılarımda çok sık kullandığım, pirim İbn-i Sina'nın "bilim ve sanat, takdir görmedikleri toprakları terk eder" sözü ile çok benzeşiyor. Allah hepsine rahmet etsin, ruhları şad olsun.

“Bu memlekette millet hizmeti yolunda emek sarfedenlere reva gördüğümüz muammele ve ayırabildiğimiz şeref payı bu oldukça, davalarımızı hal yolunda ortaya atılan değerli evlatlarımızın sayısı gittikçe sıfıra inecektir.” 
(Nuri Demirağ Hayat ve Mücadeleleri, sayfa 52, Basım Yılı: 1954)

Cem TURAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder